29 Şubat 2012 Çarşamba

NEDİM GÜRSEL YURT GAZETESİ'NE KONUŞTU



YAZAR NEDİM GÜRSEL
YURT GAZETESİ’NE KONUŞTU :
« Bugün Türkiye’de seçim zaferi sarhoşluğunu üzerinden hâlâ atamamış bir iktidar sözkonusu ! »

 Cüneyt Ayral,
Nedim Gürsel’i, bu yıl konuk olduğu Berlin Frei Üniversitesi’nde
ziyaret etti, güncel konulardaki görüşlerini öğrendi…

Fotograflar : © Aylin YÜCEDAĞ

Kitapları onlarca dile çevrilmiş olan yazar Nedim Gürsel bir süredir konuk öğretim üyesi olarak Berlin’de ders veriyor.
Türkiye’de yayımlanan romanları anında Fransa’da da yayımlanmakta olan yazarın son kitabı « Türkiye : Yaşlı Avrupa’ya Genç Damat », Fransız yayımcısının arzusu üzerine, yazarın Fransızca olarak kaleme aldığı ve Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerini irdelediği kitabı.
Nedim Gürsel ile yıllardır, edebiyat, felsefe ve kitapları üzerine yapmakta olduğumuz söyleşilere bir yenisini ekledik ancak bu kere edebiyattan ya da felsefeden değil, Türkiye’nin nereye ve nasıl gittiğinden konuştuk…

Berlin’de ne işin var? Daha Berlin üzerine yazmış olduğun kitabın yeni çıktı ve sen hâlâ oradasın.. Şeytan Melek ve Komünist ! Son romanın yani, bu roman hakkında da soruşturma açıldı mı? Bir önceki romanın, Allahın Kızları için sıkı bir soruşturmadan geçmiştin, onun sonuçları ne oldu?
« İçinde yaşadığımız yüzyılda,
ne yazık ki, biat etme, boyun eğme kültürü
egemen oldu »
Berlin’e bu kez Frei Üniversitesi’nin daveti üzerine geldim, karşılaştırmalı edebiyat bölümünde ders veriyorum. Konu : 20yy başındaki öncü akımlar. Dadacılık, gerçeküstücülük, fütürizm gibi. İçinde yaşadığımız yüzyılda, ne yazik ki, biat etme, boyun eğme kültürü egemen oldu. Muhafazakâr değerler önemsenmeye başlandı. Ülkemizde olduğu gibi, dünyada da böyle. Başkaldırının da bir erdem olabileceği unutuldu. Bu nedenle geleneğe ve geleneksel değerlere başkaldıran akımları gençlere öğretmek gereğini duydum.
Seminerimin bir başka konusu da, önümüzdeki aylarda Almanya’da yayımlanacak olan « Allah’in Kızları» adlı romanımdan yola çıkarak din ve edebiyat ikileminde yoğunlaşıyor. Bir peygamber roman kahramanı olabilir mi ? Sorusuna, dünya edebiyatından da örnekler bularak, cevap ariyoruz.
« Kitap,
12 Eylül’de olduğu gibi,
patlayıcı madde
sayılmaya başlandı. »
Evet, bu roman hakkında dava açılmış, T.C.K nin 216. maddesi gereğince, « halkın dinsel değerlerini alenen aşağılamak » suçlamasıyla yargılanmıştım. Bir yıl süren yargılama sonucunda aklandım, ne var ki dosya temyize gönderildi. Son kararı Yargıtay verecek. « Şeytan, Melek ve Komünist » e gelince, komünizm suç olmaktan çıktı biliyorsun, ama bu romanda « güvenlik güçlerine hakaret » gibi bir gerekçe bulabilirlerdi. Gözlerinden kaçmış demek ki. Ama belli olmaz, doğrusu gidişat kötü, düşünce ve yaratma özgürlüğü adına endişeliyim, kitap, tıpkı 12 Eylül darbe günlerinde olduğu gibi, patlayıcı madde sayılmaya başlandı.



Türkiye’de pek çok gazeteci, genç üniversite öğrencisi hapisteler ve hemen hemen hepsi tutuklu, yani hüküm giymedikleri halde tutuklu olarak bekliyorlar, pek çoğu da, ne ile suçlandıklarını bile bilmiyorlar. Bu duruma senin yorumun nedir?
Kabul edilemez bir durum, insanlar elbette yargılanabilir, ama tutuklanarak, ceza evlerinde, adı üstünde, « cezalandırılarak » değil. Bu konuda elimden geleni yapıyorum. Gerek Avrupa medyasında, gerek Brüksel’de katılma olanağını bulduğum toplantılarda, gerekse « Institut du Bosphore’un » yönetim kurulunda. Ama hiçbir sonuç alabilmiş değilim. Türkiye yazarlarını, yayımcılarını, bilim insanlarını yargılayan bir ülke görünümü vermeye başladı.
Sen özgürlüklerin yeşerdiği, göğerdiği bir ülkede, Fransa’da yaşıyorsun, ve son zamanlarda Ermeni Soykırımı tasarısı yüzünden pek çok patırdı çıktı. Taraf olabileceğini düşünmeden, Fransa’dan bir Fransız entellektüeli bu meseleye nasıl bakar, bir kere de senden duymak istiyorum.
Fransa’da Ermeni soykırımı konusunda, aydınlar arasında fazla sorun yok. Birkaçı hariç, neredeyse tümü soykırımı inkâr etmiyor. Zaten Fransız Parlamentosu da, birkaç yıl önce aldığı bir kararla, soykırımı tanıdığını açıklamıştı. Ama soykırımı inkâr etmeyi cezalandırma Fransız Anayasası’na ve Avrupa değerlerine ters düşüyor. Bu nedenle aydınların bir çoğu yasaya, soykırımı inkâr edenleri cezalandıran yasaya karşı çıktılar. Ben de bu yasaya, düşünce özgürlüğüne karşı olduğu, tartışmayı ve bilimsel araştırmayı engellediği için, karşıyım.
Türkiye’yi, üçüncü genel seçimlerde %50 oy almış bir hükümet yönetiyor. Seçimlerden önceki AKP iktidarı ile seçimlerden sonraki AKP iktidarı arasında sence bir fark var mı?
Elbette var. Seçim zaferi sarhoşluğunu üzerinden hâlâ atamamış bir iktidar sözkonusu. Otoriterleşme eğilimi gözle görülür ölçüde. Buna bir de özgüven, hatta, aşırı egosantrizmi ekleyebiliriz.
Türkiyeli bir yazar olmakla, Fransız bir yazar olmak arasındaki temel farklılıklar neler?
Fransa’da  General De Gaulle :
« Sartre’in hapse atılamayacağını,
çünkü Mösyö Sartre’in Fransa olduğunu »
söylemişti.
Ben Paris’te yaşayan Türkiyeli bir yazar olarak tanımlıyorum kendimi. Yakın tarihinde üç askeri darbe yaşamış bir ülkeden geliyorum. En büyük şairini (Nazım Hikmet Ran) yıllarca , haksız yere hapiste çürütmüş, en büyük romancılarından birini (Sabahattin Ali) gizli polise öldürtmüş bir ülkeden. Fransız yazarların böyle sorunları olmadı. Fransa’da De Gaulle « Sartre’in hapse atılamayacağını, çünkü Mösyö Sartre’in Fransa olduğunu » söylemişti.
Sen de Türkiye’den 70 li yıllarda ayrıldın, ayrılmasaydın başına bin türlü dert gelecekti, bugün onlarca kitabı olan, hemen hemen tüm dünya da tanınan, yayımlanmış ve bilinen bir yazarsın, Türkiye’ye giderken, içinde bir kuşku, bir tedirginlik duyuyor musun? Giderken diyorum, çünkü bir keresinde bana “İstanbul artık döndüğüm değil, gittiğim bir şehir” demiştin.


Fotograf: Koray Erkaya/Paris 2011

Başbakanlık yargıya doğrudan karışıyor !
İşte ispati…
12 Eylül 1980 darbe döneminde « Uzun Sürmüş Bir Yaz » kitabım askeri mahkemede yargılanırken bir tedirginlik, hatta korku duyduğumu itiraf etmeliyim. Aynı şeyi, bir ölçüde, yıllar sonra, bu kez «Allah’ın Kızlar» yargılanırken de hissettim. Ama şu farkla : korktuğum islâmcılardı, mahkeme değil. Çünkü tehditler aldım. Diyanet İşleri Başkanlığı da, eksik olmasın, mahkemenin hiçbir talebi olmadan, yetkisini aşarak kitapta suç unsuru olduğunu beyan eden bir rapor yayımladı. Başbakanlığa bağlı bir devlet kurumunun yargıdan ne kadar bağımsız çalıştığı da ispatlanmış oldu böylece.
Hazır İstanbul’dan söz açılmışken, bugünlerdeki birkaç tartışma hakkındaki görüşlerini de almak istiyorum. İstanbul’da Emek Sinemasını kapatmayı düşünüyorlardı meselâ, Taksim Meydanı’nın altını eşeleyecekler ve trafiği yer altına indirecekler, böyle bir proje üstüne de çalışılıyor.. Ne dersin ?
Ece Ayhan’in bir dizesini anımsattı bana bu söylediklerin :  «Lâğımlardan girdi metropollere». Şair burada, Fikret Muallâ’yi kastediyordu. Bu iktidar da, kanımca, kentlerin altını üstüne getirerek, metropollerin kalbine lâğımlardan girmeye çalisiyor. «Duble yol» anlayışının devamı. Herşey « duble » olmalı bu iktidara göre, rakı hariç !
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Van’da yıkımına karar verilen heykel için “ucube” demişti, İstanbul’daki Marmararay kazılarında İstanbul’un geçmiş tarihi ortaya çıkınca da “üç beş çanak çömlek için kaç yıl kaybettik bu projede” biçiminde bir yakınmada bulunmuştu. Ne dersin bizim başbakanın sence sanat ile ilişkisi nasıl ?
Bu söylediklerini başbakanın bizzat kendisi de doğruladı zaten. «Sanattan anlamak için, heykel yıkmaya karar vermek için, sanat eğitimi almaya gerek olmadığını » buyurdu. Kendisi de İmam Hatip mezunu olduğuna göre, söyleyecek fazla şey kalmıyor. Bari, benim roman için, Diyanet’i uyarsaydı. Ne de olsa bildiği konu.  Ama ona da gerek görmedi.
Kültür Bakanlığımızın edebiyata bakışını nasıl görüyorsun?
Olumlu şeyler yaptıklarını düşünüyorum. Örnegin Teda projesinden sonuç aldılar. Ama yeterli mi ? Heykelin yıkılmasını önleyemedi kültür bakanı. Ragip Zarakolu’nun tutuklanmasını da. Endişe duyduğunu belirtti o kadar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder