30 Ağustos 2010 Pazartesi

MANZARADAN PARÇALAR - ORHAN PAMUK




Geçtiğimiz günlerde ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say, CNN Türk televizyonundaki bir programa ister istemez konuk olup, ANLATMAYI denedi, ama “gazetecilik” savı ile soru soran televizyoncu, öyle sorularla yordu ki sanatçıyı, Fazıl Say çileden çıktı, ama yine de terbiyesini bozmamayı başardı.

Oysa Say orada bir meseleyi anlatmayı deniyordu.

Toplumun içinde bulunduğu ve içinden çıkılması zor bir durumu dillendirip, tartışmayı başlatmak istiyordu, çünkü dünya çapında bir sanatçının, “yarını kuranlar” arasında olduğunun bilincindeydi...

“SANATÇILAR YARINI KURANLARDIR !...”

Bu sözün altını çizmekte yarar var.

Eğer bunun anlamını çözemiyorsanız okumayın bu yazıyı daha iyi.. Hele hele Orhan Pamuk’un son kitabını hiç elinize almayın..

Pamuk son kitabında, ona sorulmuş ve sorulması olası olan tüm sorulara yanıt vermiş, kimi yanıtını eski defterlerden çıkartıp vermiş, kimisini de yayımlanmış söyleşilerini kitaba alarak yapmış bu işi.

Bence Orhan Pamuk bu kitabı ile ciddi bir mesaj veriyor : “LÜTFEN BENİ RAHAT BIRAKIN, SORMANIZ OLASI OLAN TÜM SORULARIN YANITI BU KİTAPTA VAR VE BU KİTABI EDİNMEK İÇİN HARCAYACAĞINIZ PARA, TAKSİ PARASINDAN AZ, O NEDENLE, ALIN OKUYUN VE BENİ RAHAT BIRAKIN, ÇÜNKÜ YAZMAM LAZIM...” diyor..

Türkiye’nin alışmadığı ve alışmak için üzerinde düşünmediği çağdaş bir sanatçının portresini, tüm duyarlılığı ve içtenliği ile anlattığı kitabını okuduktan sonra Orhan Pamuk’un, bir kere daha kısandım onu. İyi niyetli ve kötülük taşımayan bu kıskançlığımın en önemli yani, yaşamını hep yazarak geçirebilmiş olmasındandır, yani ilk yedi yıla derenebilmişliğidir. Ondan sonrası, elbette çok çalışmakla ilgili..

Orhan Pamuk ile gazeteci yanım bir söyleşi yapmak istemişti yıllar önce, bu nedenle telefon etmiştim, o da bana söyleşi yapmadığını ama bir gün Kostantıniyye Haberleri Gazetesi’ni yeniden yayımlarsam oraya yazı vermek isteyeceğini söylemişti.  Gazete bir daha çıkmadı, ama Nobel ödülünü aldıktan sonra ulaşmay denedim yazara, ama dereden çok sular akmış anlaşılan ki İletişim Yayınları bir yanıt verdiremedi yazara, yad a yazar vermek istemedi, önemsemedi. Olabilir. Hepsini de anlayışla karşılayabilirim.

Orhan Pamuk’la ne konumak isterdim? Onunla hemen hemen aynı yılların İstanbul’unda Nişantşı – Şişli hattını paylaştık, unuttuğu ya da önemsemediği, unuttuğum ya da önemsemediğim ayrıntıları bulup bu mahallenin tarihi üzerine birkaç notu birlikte mi düşerdik diye vardır hep aklımda.

Keyifle okunacak bir kitap Manzaradan Parçalar...

TARKAN'IN İSTANBUL KONSERİ


Tarkan ile Monte-Carlo'da


Geçen akşam (27 Ağustos 2010) Harbiye açık hava tiyatrosunda Tarkan’ın konserini izledik...

Hınca hınç dolu olan açık hava tiyatorsunda Tarkan’ı dinlemekten çok, ona eşlik eden kalabalık hayatından çok memnundu.

Hemen hemen her yaşta kadının yoğunlukla izlediği ve bana kalırsa kısa süren konserde, Tarkan’ı bir “dünya yıldızı” olarak izlemeyi denedim ve “ne eksik?” sorusunu sordum kendi kendime. Çünkü:

  • Uzun yıllar önce Ajda Pekkan ile kısa bir süre çalıştığımda, bu konudaki dersimi iyi öğrenmiştim
  • Güney Fransa’da yaşadığım dönemde (1997 – 2004) Tarkan’ın dünya müzik gününe davetli olarak gelişinde onu sahnede izlemiş, bir zamanların Bond Kızı Ursula Andres ile fotograflarını çekmiştim. Orada izlediğim Tarkan “dünya starı” olmaya adaydı.


İstanbul sahnesinde pek çok sesi digital kayıtlardan izledik. Müzikle pek ilişkisi olmadığını hissettiğim dinleyici kitlesinin hiç de umursamadığı bu durum, beni rahatsız etti, çünkü eğer doğal sazları dinlemeyecek isem neden sanatçının konserine geldiğimi düşündüm.

Tarkan’ın arkasındaki orkestra çok cılızdı, vokal olarak, elinde bir de ritim olan genç bir sanatçıdan başka kimseler yoktu. Tabii iki bilgisayar parıl parıl parlıyordu digital sesleri verebilmek için.

Sahne kötüydü, sahne ışıkları da kötüydü, seyirciyi hayli rahatsız eden direk ışıklar zaman zaman dinleme arzusunu bile engelleyebilecek kadar  yanlış kullanılmıştı.

Tarkan sahnede YAPAYALNIZDI..



Oysa böyle bir konserde sanatçının dansçılar ile desteklenmesi, ,iyi bir koro ile seslerin süslenmesi ve güçlü bir orkestrasyon ile dinleyicinin beslenmesi beklenmez mi? Michael Jackson ya da Madonna’nın konserlerini izlediğimiz zaman, amerikanın yeniden keşfedilmesine gerek olmadığı anlaşılıyor..

Demek ki Tarkan’ın iyi bir menajeri yok, anlaşma yaptığı konser organizasyonu şirketleri de ucuzcu..



İşte bu yüzden Tarkan Türkiye’de çok sevilmeye devam edecek ama uluslararası ünü günden güne azalıp bitecek.. Bu beni üzer...

not: 2 - 3 ve 4. fotograflar Hürriyet Gazetesi internet sayfasından alınmıştır

29 Ağustos 2010 Pazar

ORHAN PAMUK MANZARADAN PARÇALAR


OKUMAYA BAŞLADIM.. YORUMLAR ÇOK YAKINDA :-)))

24 Ağustos 2010 Salı

Seviyesizliğe HAYIR!



 

 
Emek düşmanlığına HAYIR!
Bilim düşmanlığına HAYIR!
Sanat düşmanlığına HAYIR!
Dinciliğe HAYIR!
Seviyesizliğe HAYIR!
Boykot iktidarın lehine olur.
Laik ve demokratik bir Türkiye için
bu iktidara HAYIR!
Küstahlığa HAYIR!


Tarık Günersel

20 Ağustos 2010 Cuma

FAZIL SAY YAZMIŞ... YAZISINI SAYGI İLE DUYURUYORUM...

FAZIL SAY DAHA 4-5 YAŞINDAYDI YANLIŞ ANIMSAMIYORSAM, BABASI ANKARA'DAKİ EVEİNE DAVET ETMİŞ VE ONU DİNLEMEMİ İSTEMİŞTİ. O GÜNDEN BERİ HAYRANLIKLA İZLEDİĞİM SANATÇIMIZIN YAKINMASINI KABUL ETMEMEK VE ONUN YANINDA OLMAMAK OLANAKSIZ....
CÜNEYT AYRAL




SANATCILAR DUYARLI INSANLARDIR... bir veda


Anlayana, 
Atatürk Türkiyesini özleyenlere.. ...
 
Fazıl Say dostları okusun lütfen.
 
Bu acı yakarışı ve gidişi mutlaka okuyun.
Yazık....Sanatı ve sanatçısı olmayan bir ülke olduk artık..
 
Modern ve çağdaş Atatürk Türkiyesinin sonudur bu yazı...

Siz Kazandınız     
 
...
Siz kazandınız
lütfen siz kazanın
lütfen benimle uğraşmayın
ve ebediyen siz kazanın


...
Tamam ben giderim
uzak bir yere (gözden uzak)
(uzaya gidemem kızımdan da ayrılamam ama siz beni görmezsiniz merak etmeyin)
tamam
giderim..
Ben son 6 yıl içinde

2 büyük oratoryo
2 büyük senfonik eser
1 keman konçertosu
2 piyano konçertosu
5 solo piyano eseri
1 bale müziği
2 Bach uyarlaması
4 film müziği
1 tiyatro müziği

bestelemiş olsam da

HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN

Bu son 6 yılda
dünya üzeri 42 memlekette
326 şehirde konserler verdim
yaklaşık 700 konser

HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN

Bu 6 yılda toplumumuza
 
10 CD
2 DVD
12 NOTA sundum

HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
 

anlıyorum
yaptıklarım mühim değil

hiç bir zaman "her görüşüme katılmalısınız" demedim
tartışmaya hep açıktım
hiç bir zaman hemfikir olmadığım insanlara saygısızlık yapmayı düşünmedim
ama siz yaptınız
adil değildiniz
bir fikir de ayrı düşünüyorduk siz kökünü kazımaya kalktınız her seferinde

ama hiç bir zaman kendi içsesimden vazgeçmedim
doğru bulduğum doğrumdu yanlış bulduğum yanlıştı
yanlışı ben yaptıysam da hatamı anladığım gün düzelttim

anladık
değersiziz
sizin değer anlayışınızı anlamadım ama ben değersizim o anlayışa göre onu anladım
...
İmkanı yoktur bazı kusurlarımı affetmenizin
affedicilik de değil
" kabul " etmenizin
"lütfetmenizin"
imkanı yoktur...

Zamanında hatalarım olmuş onları düzelttiysem
bu da doğru değildir

imkanı yoktur..

-Falanca arabeskçiyi kültür olarak görmüyorumdur
asla affetmezsiniz

-Aziz Nesin haklıdır derim bütün hayatıma sataşırsınız

-"Din sömürüsü aldı başını gitti" deriz
Ölüm fermanı vermediğiniz kalır

-Konuşmayız
"Konuşmaz o korkak" dersiniz

-Konuşuruz
"Konuşmak senin ne haddine işine bak sen" dersiniz

-Beethoven ,deriz
"Git Beethoven'ın ülkesinde yaşa" ,dersiniz

git
popülist
korkak
ne haddine
git

Hiç bir yolu yoktur...

Sizler facebook da 130 grup kurdunuz (Fazıl Say gitsin vs)
ekşi-sözlükte yazılar yazdınız
Google'ı doldurdunuz
Yahoo'da gruplaştınız
gazete haberlerinin altına yorumlar yazdınız
Almanya'da yılın müzisyeni seçildiğimin haberinin altına bile döşendiniz
hakaretlerinizle. ..

Her yerde sizler varsınız.
Ve
sizler ne yaptınız hayatta
bilmiyorum
sormuyorum
düşünmüyorum
nefret etmiyorum
saygısızlık yapmıyorum
 
ama siz bana yaptınız...

Siz yarattınız bana en ağır haksızlıkları yapan bir kültür bakanını
siz yarattınız
siz cesaretlendirdiniz marjinal köşe yazarlarını
siz pislik attınız
çamur attınız
hepsini siz yaptınız

içinizde mesleki kıskananlar da oldu
aranızda piyano çalanlar da oldu
çalmayanlar da



faşoları
dincileri
marjinalleri. ..
2.cumhuriyetçileri..
Avanak liberalleri. ..

Ben hiç birinize tek bir kelime kötü bir şey söylememişken...

Hepsini siz yaptınız...

Artık kazanın
kazanın ve bitsin...
Siz kazandınız..

Kazandınız ve bitsin..

Yeter ...


Benim gerçek dostlarım bu yazıyı niye yazdığımı, kimlere yazdığımı anlamıştır.

Fazıl Say

19 Ağustos 2010 Perşembe

17 Ağustos 2010 Salı

İLHAN BERK'İ ÖLÜMÜNÜN 2. YILINDA ANIYORUZ


İlhan Berk Resim Sergisi
21 Ağustos-8 Eylül 2010 tarihleri arasında
OASİS Nurol Sanat Galerisi'nde !

Türk edebiyatının önemli isimİ Şair İlhan Berk’in 25 eserinden oluşan resim sergisi, 21 Ağustos-8 Eylül 2010 tarihleri arasında Oasis Nurol Sanat Galerisi’nde sergilenecek.

Ölümünün 2. yılında İlhan Berk’i anma amaçlı sanatçının oğlu Mimar Ahmet Berk işbirliğiyle organize edilen sergide, yanlız 1 adet resmin satışı yapılabilecek. Sergide sanatçının sadece resimlerine değil, el yazısı şiirlerine, bazı özel eşyalarına da yer verilecek.

İlhan Berk’in, yazıyı çizgiyle süsleyen bir şair ya da çizgiyi yazıyla destekleyen bir ressam olmadığı, dahası, onun yazıyla çizgiyi hiç ayırmadığını göreceğiniz sergi, Pazar ve Pazartesi hariç her gün, 12.00 – 20.00 saatleri arasında gezilebilir. 

15 Ağustos 2010 Pazar

H A Y I R !...




İsmet İnönü’nün önderliğinde başlayan çok partili demokrasinin 27 Mayıs 1960  darbesi ile sona erdirilmesi, Şişli’deki evimizde, ben henüz 6 yaşımdayken bayram havasında kutlanmıştı..

Daha sonra annem ve babam altın nikâh yüzüklerini devlete vermişler ve karşılığında metal yüzükler takmışlardı..

Yıllar sonra bir gün annemin, vermiş olduğu yüzüklerin hesabını kimseye soramadığından yakındığını anımsıyorum.. Bunun üzerine babam yeni altın yüzükler almış, 1960 ihtilâline olan bağlılığını, konuyu tartıştırmayarak belli etmişti.

27 Mayıs uzun yıllar bayram olarak kutlandı ve resmi tarihimizde, okullarda “haklı bir müdahale” olarak öğretildi. Yanlıştı...

Türkiye’de demokrasi, askeri bir darbe ile durdurulmuş, ardından 1961 Anayasası yapılmıştı. Bu Anayasa’nın mimarı Prof. Mümtaz Sosyal daha sonra üniversitede öğretmenim oldu. Bu Anayasa’nın Türkiye’de yapılmış en ilerici Anayasa olduğuna inancımı halâ koruyorum. Bu düzeyde demokratik bir Anayasamız bir daha olamadı.

Ardından 12 Mart 1971 Muhtırasını yaşadık.. Demokrasi yeniden Askerin himayesine alınmıştı. İlk gençliğimde, bütün yaşamımızı belirleyen – alt üst eden bu olay, Türkiye’deki dengelerin alt üst olduğu dönemdir..

12 Eylül 1980 Kenan Evren ve arkadaşlarının yapmış olduğu darbe ise, Türkiye’yi “muz cumhuryeti” düzeyine indirgeyen bir darbedir.

Kenan Evren’in zaman zaman televizyonlarda, halâ anlatmaktan utanmadığı darbenin arka perdesi, Askerlerin insanımızı yeteri kadar “yetkin” görmemekte olduğunun belgesidir. Her konuşmasında toplumumuzu aşağılayan Evren, konuşmalarında az partili bir demokrasi istediğini, sol görüşün bu ülkede pek taraftarı olmadığını, bu yüzden de, bir sol partinin yeteceğini söyleyerek, insanların seçme ve seçilme özgürlüklerini aşağılayan konuşmalarını, sırıtarak sürdürmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hazırladığı ve 12 Eylül Anayası’nı değiştirdiği savı ile halktan EVET oyu istediği Anayasa değişikleri, 12 Eylül’ün darbeci mantığını sürdüren ve insanımızı aşağılamayı bırakmayan bir değişiklikler düzenidir, çünkü :

  • Seçim barajı Kenan Evren’in arzusu ve garip mantığı ile %10 olarak koyulmuş ve halen devam etmektedir. Bu da çoğulcu demokrasinin önündeki en önemli engeldir. Bu milletin “koalisyonlara hasır olmadığı” gerekçesini öne süren Evren mantığı, çarpıktır ve milleti aşağılamaktadır. Bu mantık, insanımızın kalitesini belirlemeye yönelik tipik faşist bir mantıktır.
  • Bu Anayasa değişikliği parti içi demokrasiyi sağlamamakta, liderler sultasını sürüdürmektedir. Bu da Türkiye’de gerçek demokrasiye geçişi iyice geciktirmektedir, gençlerin, yaratıcı düşüncenin önünü kesmektedir
  • Bu Anayasa dokunulmazlıkları kaldırmamakta, yağma ve soygun düzeninin sürmesi için gerekli olan “dokunulmazlık” zırhını  korumaktadır. Oysa milletvekilleri için gerekli olan yalnızca kürsü dokunulmalığıdır.
  • Başbakan YARSAV’ı bir sivil toplum örgütü olarak değerlendirmekte ve güvenmediğini açıkça söyleyerek
a)      Sivil toplum örgütlerine olan güvensizliğini ve korkusunu açıklamış
b)      Güçler ayrılığı ilkesine karşı olduğunu da böylece belirtmiştir

  • Hukuk sistemi bu Anayasa değişiklikleri ile ayaklar altına alınmakta ve zedelenmektedir. Hangi parti iktidara gelirse gelsin, Cumhurbaşkanı ve TBMM’inin kontrol edilemez hale gelmesi, yetkilerinin sınırsızlaştırılması demokrasinin geleceği için ciddi bir tehlikedir.
  • YÖK gibi, özgür düşünce ortamını engelleyen kurumların, değişikliklerle kaldırılmaması da, siyasi iktidarların üniversteler üzerindeki vesayetinin devam edeceği anlamını taşımaktadır.

İşte bu yüzden ben Anayasa değişikliğine HAYIR diyorum...

Çünkü bu Anayasa ile 12 Eylül anti demokratik düzeninin değişmeyeceğini biliyorum, görüyorum.

12 Eylül paşalarının yargılanamsına gelince... Ancak gülüyorum !...