29 Şubat 2012 Çarşamba

GAZETECİ MAHMUT DEĞER YURT GAZETESİ'NE KONUŞTU






GAZETECİ MAHMUT DEĞER

BUGÜNÜ DEĞERLENDİRDİ...


Cüneyt AYRAL – Paris




Mahmut Değer, Fransızların « Marc Deger » diye tanıdıkları, bir önceki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın bira ikram edip dünya meselelerini tartıştığı, Fransa’nın tanıyıp bildiği, izlediği bir gazeteci. Koyu bir Galatasaraylı olan Mahmut Değer 1955 İzmir doğumlu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Paris’e Sorbone Üniversitesine gelmiş ve oradan ekonomi doktorası yaparak mezun olmuş. Ünivesite yılarında özgürlükçü televizyon kanallarına ekonomi programları yaparak gazeteciliğe başlayan Değer 1992 yılında La Tribune gazetesine girmiş ve AB masası şefi olduğu dönemin sonunda da oradan emekli olmuş.

Mahmut Değer yılladır, benim özellikle dünya meselelerini konuşup tartıştığım ve görüşlerini her zaman dikkate aldığım bir dostum, ayrıca Dünya Gazetesi için yapmış olduğumuz iki önemli söyleşinin « Millenium Aydınları » kitabında yer almış olması da görüşlerinin isabetini gösterir, o medenle son zamanlarda olup bitenleri kısaca da olsa ona sormayı yeğledim.

*  *  *


Uzun yıllar La Tribune gazetesinde çalıştın ve geçtiğimiz  günlerde gazete yayınına son verdi, şimdi yalnızca internet üzerinden yayın yapıyorlar. Bu yok oluşunu öyküsünü anlatır mısın? Çünkü ondan önce de France Soir gazetesi kapanmıştı. Fransız basınında neler oluyor?

France Soir ile La Tribune gazetelerinin ortak yönleri hedef kitlelerinin çok dar olması. France Soir magazin haberleriyle dolu at yarışları ağırlıklı bir gazeteydi. La Tribune ise sadece ekonomiyi haber yapan ve çok ciddi yazı çizgisi olan bir gazete. Internet haber sitelerinin artmasıyla, bütün günlük gazetelerde olduğu gibi, bu iki gazetenin de satışları büyük ölçüde düştü. Satış gelirleri azalan bu iki gazete ancak reklamla ayakta kalabilirdiler ama bu kez de ekonomik kriz devreye girdi ve reklam gelirleri güneş altındakı kar gibi hızla eridi. Ve iflas kaçınılmaz oldu.

Şimdi Anayasa Mahkemesi’ne giden Ermeni soykırımı yasa tasarısı Fransa’da düşünce özgürlüğünü de tartışmaya açtı. Bu konuda neler demek istersin? Ayrıca merak ettiğim bir başka konu da, Fransa’da basın özgürlüğünün durumu nedir?

Basın özgürlüğü göreceli bir kavram. Ancak evrensel kriterlere göre belli bir sınıflandırma yapabiliriz. Örneğin kişisel haklara belgesiz, kanıtsız saldırı basın özgürlüğü değildir, tersine ahlaksızlıktır ki bu Türkiye’de çok yapılıyor. Fransa’da en büyük sorun basının önde gelen kuruluşlarının büyük şirketlerin elinde olmasından kaynaklanıyor. Örnegin Sarkozy’ye yakınlığıyla tanınan büyük bir patronun sahip olduğu gazete, Sarkozy lehinde haberleri öne çıkarıyor, köşe yazarlari Sarkozy’yi cilalıyor. Ancak Fransa’da bağımsız basın organları da var ve bu kuruluşlar basın ahlâk kuralları çerçevesinde tamamen özgür çalışıyorlar. Sarkozy’i yerden yere vurabiliyorlar. Fransa’nin kolonyal geçmişinin hesabını sorabiliyorlar. İşte bu anlamda Fransa’da basın özgürlüğü Türkiye’ye göre bir adım önde. Ermeni soykırımını inkâr yasası ise oy avcılığı adına basında çok eleştirildi. Sarkozy’e yakınlığıyla tanınan gazetelerde bile eleştiri yazılari çıktı. Ünlü tarihçi Pierre Nora’nin da belirttiği gibi, tarihi yazmak parlamentoların işi değildir. Sonuç olarak Millet Meclisi’nde ve Senato’da gerekli imzalar toplanarak yasa, Anayasa Mahkemesi’ne sevkedildi. Anayasa uzmanları, Anayasa Mahkemesi’nin Ermeni soykırımını inkâr yasasının anayasaya aykırılığına karar vereceğini ileri sürüyorlar. Bakalım, göreceğiz…

Önce Dünya Gazetesi tarafından yayımlanan Millenium Aydınları kitabında, daha sonra da benim Girsek mi? Girmesek mi? kitabımda seninle yapmış olduğumuz iki röportajdan birisinde “Türkiye eğer Osmanlı olsaydı, çoktan AB’ye girmişti” demiştin. Türkiye’de AKP iktidarı “Osmanlılaşıyor” ve Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık ya da yarı başkanlık özlemleri de bunu gösteriyor, yani bu durumda Türkiye’nin AB üyeliği yaklaştı mı? Türkiye’de AB’ye karşı güven iyice azaldı, bu birliğin içinde olma arzusu da hızla azalıyor. Türkiye’nin AB macerasını “bugün” açısından değerlendirebilirsin lütfen.

Aslında Erdoğan’ın
AB üyeliği istediğini
pek sanmıyorum

Türkiye osmanlılaşmıyor, erdoğanlaşıyor. Osmanlı’nin hakim olduğu eski cografyaya yönelik aktif diplomasi yapılmak isteniyor ancak bu da sadece islam ülkeleriyle sınırl kalıyor, Balkanlar’a kıçını dönmüş, gidiyor… Ben o sözünü ettiğin röportajda Osmanlı’nın hoşgörüsüne ve çok ulusluluğuna vurgu yapmıştım. Türkiye bir kaç yıldır giderek AB’den uzaklaşıyor. Aslında Erdoğan’ın da AB üyeliği istediğini pek sanmıyorum. Piyasaları ve ekonomiyi alt üst etmemek icin “hedef AB” demeye devam ediyor, ama ters yöne yürüyor. Örnegin Türkiye Kıbrıs’a yönelik akılcı politikalar izlemek isteseydi - ki bunu yapabilecek donanımlı üst düzey diplomat kadrosu var - bugun bir ayağı AB içinde olurdu.

Yine seninle yapmış olduğumuz ve yayımlanmış röportajlarımızdan birisinde, AB’nin Güney Kıbrıs’ı Kuzey ile uzlaşmaya zorlayacağını söylemiştin, hatta bunu, AB ye girmeden önce yapacaklarını söylemiştin ama tam tersi oldu ve Güney Kıbrıs AB’ye girdi, girmekle kalmadı başımıza da dert oldu, olmaya da devam ediyor. Yunanistan üzerinde uygulanmaya çalışılan “duyun-u umumiye” yi ibretle izlediğimiz şu günlerde, AB nin içinde bulunduğu ekonomik krizi de göz önüne alırsak, ne nereye doğru gidiyor?

Rumların egoist tutumları
diğer ülkelerin sabrını taşırıyor

AB’nin Kıbrıs’ın bütünleşmesi konusunda politikası değişmedi. Sadece Rum kesiminde yapılan referandumda birleşmeye “hayır” çıkınca takvim değişti. Referandum kampanyası sürecinde de AB’nin birleşmeden yana propaganda yaptığını unutmamak gerekir. Hatta o zamanların genişlemeden sorumlu AB komisyonu üyesi Günter Verheugen Güney Kıbrıs’ta yayın yapan tüm televizyonlari gezip « birleşin » diye diye dilinde tüy bitmişti. 2012 yılının ikinci yarısında AB dönem başkanlığını Kıbrıs Rum yönetiminin üstlenecek olması bakalım olayları nasıl etkileyecek ? Türkiye’nin bu 6 ay içinde AB ile ilişkilerini dondurması büyük olasılık ama bu diğer ülkeler için sürpriz olmayacak. Esas önemli olan Kıbrıs Rum yönetiminin tutumu. Çünkü - her ne kadar Türkiye çanak tutuyorsa da - Rumların egoist tutumları diğer ülkelerin sabrını taşırıyor. Öte yandan Yunanistan’ın ekonomik durumu tam bir trajikomedi. Trajik çünkü Yunan ekonomisi yıkımda ve emekçi halk kan ağlıyor. Komedi çünkü Yunanistan kamu muhasebesi verilerinde tahrifat yaparak euro para birimine katılmış ve AB Komisyonu’nu resmen uyutmuş. Bugün Yunanistan euro para birimi ülkelerinden biri olmasaydı olayların rengi çok değişirdi. Büyük olasılık, bir zamanlar Arjantin’de olduğu gibi, Yunanistan iflâs bayrağını çekerdi. Ama Yunanistan krizi de euro ülkelerini etkilemezdi. 30 Ocak günü Brüksel’de yapılan, son AB zirvesinde kabul edilen mali disiplin kuralları bir süre rahat nefes aldırır.

Türkiye’de, artan oylar ile üçüncü kez iktidar olmuş bir hükümet var. Bu hükümet içindeki pek çok bakan ve milletvekili, AKP içtüzüğü gereğince bir daha seçilemeyecekler, bu AKP’yi önümğüzdeki dönemde nasıl etkiler? AKP hızla “islamcı ve Atatürk karşıtı” yani cumhuriyet değerlerine karşı söylemler geliştiriyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun?

AKP giderek radikal islama kayarsa günün birinde parçalanır. İçinden islamci olmayan sağcı partiler çıkar. Geriye kalan AKP’liler de Saadet Partisi’ne rakip olurlar. Ya da birleşirler. Recep Tayyip Erdoğan AKP için sürekli « muhafazakâr demokrat parti » vurgusunu boşa yapmıyor. iktidarda kalmak icin parti içindeki tüm akımları kucaklamak zorunda.

Türkiye’de, seçilmiş milletvekilleri, yüzün üzerinde gazeteci ve yazar, yüzlerce üniversite öğrencisi, pek çoğu da “tutuklu” olarak hapisteler. Ergenekon, KCK, Balyoz vs isimlerle davalar sürüyor. Öye yandan 12 Eylül darbesini yapanlar da mahkeme önüne çıkartılıyorlar. Seçimlerde, hem iktidar, hem de muhalefet, yapılacak ilk işin sivil bir anayasa hazırlamak olduğunu söylemişlerdi, ancak kurulu komisyonlar dışında bunca zaman geçti ve Türkiye hâlâ bir askeri – darbe anayasası ile yönetiliyor. Bu nasıl bir hesaplaşmadır, bu meselenin kodlarını çözebiliyor musun? Deneyimli bir gazeteci olarak bu resim sana neler söylüyor?

Kadın nüfusun önemli bir bölümü başını örterek
ikinci sınıf bir yaratık olduğunu kabul ediyor
ve bu kadınlardan
demokratik sivil anayasa konusunda tavır bekliyorsunuz

Bu ülkede 12 Eylül darbesinin anayasası 1982’de yüzde 91 küsur oyla kabul edildi. Aradan 30 yıl geçti, Türkiye sivil anayasa yapacak politik olğunluğa ulaştı mı ? Hiç sanmıyorum… Egemen güçler egemeliklerini rahatça sürdürebilmek için mecbur olmadıkça baskıyı kaldırmazlar. Ancak toplumsal başkaldırşla bir takm demokratik mevziler kazanilabilinir. Toplumsal direnç olmadan kazanılmış sandığınız haklar bile günün birinde yok olur gider. İşte Türkiye’de kadının sosyal statüsü. Türkiye’de kadınlara Fransa’dan önce seçme ve seçilme hakk verilmiş, ama kadın-erkek eşitliği kâğıt üzerinde kalmış. Kadın nüfusun önemli bir bölümü başını örterek ikinci sınıf bir yaratık olduğunu kabul ediyor ve bu kadınlardan demokratik sivil anayasa konusunda tavır bekliyorsunuz. Öte yandan kadının ikinci sınıf bir yaratık olduğunu yargı bile kabullenmiş. Mardin’de 26 tane ruh hastası 13 yaşındaki bir kıza tecavüz ediyor, “kızın rızası vardı” diye cezalar hafifletiliyor. Bugün için Türkiye’de evrensel anlamda, demokratik sivil bir anayasanın olması sadece bir hayal.

Fransa’da yakında cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Türkiye Sarkozy’yi sevmiyor ve elbette kazanmasını da istemiyor. Öte yandan Front National partisinin yarattığı bir tedirginlik de var burada... Sence önümüzdeki Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri nasıl gelişir? Neler olur?

Hollande seçilince ardından yapılacak
Millet Mecilisi seçimlerinde sol çoğunluk olur.
Ve Fransa’nın Türkiye politikası değişir…

Türkiye’nin Sarkozy’i sevip sevmemesi önemli değil. Önemli olan Fransa ne düşünüyor ? Büyük bir terslik olmazsa ikinci turda Sosyalist Parti’nin adayı François Hollande seçimi Sarkozy’e karşı kazanir. İkinci tura Sarkozy-Hollande ikilisi kalır gibi görünüyor ama Front National’in aday Marine Le Pen’in de Sarkozy’i geçip ikinci tura kalması sürpriz olmaz, çünkü « cumhuriyetçi » sağ oylar - eğer diğer adaylardan bazıları çekilmezse - çok bölünecek… Hollande seçilince de o rüzgârla ardından yapılacak Millet Mecilisi seçimlerinde sol çoğunluk olur. Ve Fransa’nın Türkiye politikası değişir…

Yıllarca Brüksel’den, Avrupa Parlamentosu’ndan AB’nin işleyişini izledin. Bugün AB de durum nedir? Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nda topla tüfekle kazanamadığı savaşı bugün kazandı mı? Sence AB ve € birliği nereye gidiyor, önümüzdeki on yılın olası fotografında neler göreceğiz? Belki biraz falcılık isteyen bir soru sordum ama, yine de elinde yorum yapabileceğin bir yıldız haritası var. Ne dersin?

Almanya İkinci Dünya Savaşı’nda topla tüfekle kazanamadığı savaşı bugün kazanıyor yaklaşımı bence çok tehlikeli. Çünkü AB’nin temeli barış ve gönüllü birlik üzerine kurulu. Elbette Almanya’nin AB içindeki etkinliği bir Malta gibi değil. Ancak AB politikalarını tek başına Almanya yönlendirmiyor. En son kabul edilen Lizbon antlaşmasıyla AB politikalari - dış politika ve savunma hariç - artık üye ülkelerin çoğunluğuyla yürürlüğe giriyor. Yani çoğunluk koalisyonlarının oluşması gerekiyor. Gelecek 10 yılda detayda neler olur bilemem, ama AB dağılmaz. En kötüsü euro para birliğinden Yunanistan atılır. Türkiye’nin de bu on yıl içinde AB’ye katılması mümkün görünmüyor.



Geçtiğimiz aylarda bir Küba seyahatin oldu. Küba’da neler değişiyor? Değişiyor mu? Raul ağabeyi Fidel gibi çok ortaya çıkan ve konuşan bir lider değil, yarının Küba’sını nasıl görüyorsun?

Kübalılar komşu Haiti’de yaşamaktansa
Küba’da yaşamanın bir nimet olduğunun farkındalar

Küba’ya iki hafta turist olarak gittim. Ve bu ilk gidişimdi. Yani bir Küba « uzamanı » değilim. Ancak daha önce 1989 öncesi gezdiğim SSCB’ye, Polonya’ya ve Macaristan’a göre « sosyalist » bir ülke olarak çok değişik geldi bana. Her şeyden önce kendi ulusal kahramanları sokakları süslüyor. Çoğunlukla Che Guevara, sonra José Marti, Camilo Cienfuegos, Alberto Bayo, ve biraz da Fidel Castro. O kadar dolaştım, bir kere Marx’in resmini gördüm. Bir kere de orak-çekiç. Lenin hiç görmedim. Büyük panolarda yazılan sloganlarda da çoğunlukla vurgu, devrim ve sosyalizm üzerine, komünizm sözcüğüne rastlamadım. İki gün otel dışında pansiyonlarda kaldım. Ve görebildiğim kadarıyla Kübalı’lar devrimlerine çok bağlılar. Dünyada neler olup bittiğini çok iyi biliyorlar. Televizyonlarda Amerikan kanalları izlenebiliyor. Örneğin komşu Haiti’de yaşamaktansa Küba’da yaşamanın bir nimet olduğunun farkındalar. Ürettikleriyle yetiniyorlar, tüketim toplumunu tanımıyorlar. Amerikan ambargosu halkı birbirine daha bir kenetlemiş. Kısaca yarın Fidel’den sonra büyük bir değişim olacağını sanmıyorum.

Şubat ayı sonlarına doğru Senegal’de seçimler var. Eski bir Fransız sömürgesi olan bu ülkedeki faşist devlet başkanına Sarkozy geçenlerde güvenini ve desteğini gösteren açıklamalar yaptı. Batı Afrika’da neler oluyor? Fildişi Sahilleri’ni de karıştırmıştı Fransa, sonra Libya’da gövde gösterisi yaptı, rol çaldı. Bu Fransa senin bildiğin, tanıdığın Fransa mı? Yoksa birşeyler burada da değişiyor mu?

Bu Fransa Sarkozy’nin Fransa’sı. Batı Afrika’ya da uzanır, Kuzey Afrika’ya da. Anlayış olarak kolonyalist Fransa’nin uzantısı olduğundan, Sarkozy’nin bu girişimleri hiç şaşırtıcı değil.
Benim sevdiğim Fransa ise, Jean Ferrat’nin “Fransa’m” diye şarkısını söylediği, Robespierre’lerin, Victor Hugo’ların, bir Pazar sabahı sokakta gazete satanların Fransa’sı…

08 Şubat 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder