14 Aralık 2011 Çarşamba

Vüs´at O. Bener Sempozyumu - 28 Aralık 2011 Yedite...

Dultepe: Vüs´at O. Bener Sempozyumu - 28 Aralık 2011 Yedite...: Geçen pazartesi Vüs'at O. Bener sempozyumuna katılmak için İstanbul'daydım. Kendimi ikinci dereceden bir deplasmanda hissettim, öyle ya he...

--------------------------------------------


Geçen pazartesi Vüs'at O. Bener sempozyumuna katılmak için İstanbul'daydım. Kendimi ikinci dereceden bir deplasmanda hissettim, öyle ya hem Ankaralıydım hem de sempozyuma ta Almanyalardan  kalkıp gelmiştim. Ama hem Bener'i ve onun metinlerini konuşmak hem de sempozyumu düzenleyen arkadaşların samimiyeti hafıften bir Ankara rüzgarı estirdi de, tedirginliğim, çekingenliğim bu rüzgarla dağılıp gitti. Bir felsefeciden bekleneceği gibi sıkıcı bir konuşma yapmamaya çalıştım. O konuşmanın metni de aşağıda işte. Unutulmasın, burada da dursun.

VÜS'AT O. BENER'İN "MUANNİT SAHTEGİ'NİN NOTLARI" YAPITINDA GERÇEK ETKİSİ
Proust, büyük yapıtının daha başlarında geçmişi hatırlamakla ilgili olarak şunları söyler: “Geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. Geçmiş, zihnin hâkimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir. Bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlamamamız ise tesadüfe bağlıdır.” Bener’in yapıtı baştan sona bu duruma bir tür karşı çıkma, onu kabul etmeme olarak okunabilir. Hatta baştan söyleyelim, Muannit Sahtegi bir bakıma Proust’un söz ettiği bu geçmişi hatırlama gayretinden ibarettir. İsmi ile müsemma Sahtegi, sonucu onun için ne kadar katlanılmaz olacak olursa olsun geçmişi yazıya dökmekte, dökebilmekte inat eder. Asıl sorulması gereken ise yazarın -ki bu metinde yazar sözcüğü ile Bener ve Sahtegi sürekli birlikte düşünülecektir- bu istek ile yani geçmişi yazmak ile ne amaçladığı, sonunda nereye varmak istediğidir. 

Bener’in yapıtlarındaki ortak özellik biçimin gerçeğe, Bener’in yaşamına uygun olduğu, daha doğrusu okurda böyle bir izlenim uyandırdığıdır. Bener okuru, çoğu kez okuduğunun ne kadar özyaşamöyküsel ne kadar kurgusal olduğuna karar veremez. Muannit Sahtegi ise bu biçimsel tutumda bir basamak ileridedir. Çünkü Sahtegi’de Bener yazı ile, yazmak ile asıl amacının ne olduğunu, yine bu kendi yazınsal tutumuyla aynı tutuma sahip bir kurmaca karakter yaratarak açıklamaktadır. Bener için burada önemli olan, gerçeklik alanının, bu dünyanın dışına çıkmak, çıkabilmek, onu aşabilmektir. Gerek Bener gerekse Sahtegi bu metinde bunun yollarını ararlar. Bu, yani gerçekliği aşabilmek ise ancak yazı ile mümkündür. Bu isteğini Bener metnin hemen başında Sahtegi’ye açıklatır: Yine öldürgen bir intihar sabahı, yirmi miligram nobraksin almasına karşın ellerinin titremesini önleyemeyen Muannit Sahtegi kendisine “seni konuşmak değil yazmak kurtarır” der. Hemen ardından da kendine “neden bunca korkmak yıkılmaktan, yok olmaktan” diye sorar. Burada biz de hemen şunu sorabiliriz: Yazmak kimi kurtarır, Sahtegi’yi mi, yoksa Bener’i mi; yok olmaktan korkan kimdir, Sahtegi mi, Bener mi? Aslında bu sorular şöyle özetlenebilir: Muannit Sahtegi ne kadar Bener’dir ya da tersi? Okurların çoğu, yapıtlarındaki karakterlerin Bener, onların başına gelenlerin de Bener’in yaşantıları olduğunu düşünür ya da Bener okura bunu düşündürür.
Gerçek dünya ile kurgu Bener’in yapıtlarında iç içe durur, ya da en azından okura böyle gözükür. Oysa Fransız göstergebilimci Barthes, bu iki gerçeklik alanını birbirine karıştırmamız gerektiği hakkında bizi uyarır. Birincisi ne denli ikincisinin yansıması olarak görünürse görünsün yapıtı gerçeğe göre değerlendirmeye kalkmak yanlıştır. Yine de okur Bener’in yapıtları karşısında bu doğru değerlendirmeyi yapmakta oldukça zorlanır.  
  Bener’in yazınsal, biçimsek kaygısı gerçeği olduğu gibi aktarmak ya da aktarıyor gibi gözükmek olabilir. Ancak bu nedenle Bener’i toplumsal gerçekçi bir yazının üyesi saymak da doğru olmaz. Bener’in gerçekçilik kaygısı daha çok var oluşsal kaygılara üzerinde temellenir. Sahtegi’ye geri dönecek olursak; Muannit Sahtegi yaşlılığın, yalnızlığın, geçim sıkıntısının, kısacası yaşadığı hayatın bütün bir gerçekliği altında ezilmekte, ona dayanamamaktadır. Bütün bunlarla baş edebilmek için bulduğu yol alkol ve yazmak, daha doğrusu günlük tutmaktır. Yazarak Sahtegi geçmişi, gerçeği yazıya hapsedeceğini, böylelikle ona galip geleceğini, akıp giden zamanı dural hale getirebileceğini düşünür. Günlük tutmak da bunun için en uygun gözüken yoldur. Ancak Sahtegi’nin günlüğü temelde yazıldığı ana değil, geçmişe, birkaç yıl öncesine ait yaşantılardan oluşmaktadır. Ya da Sahtegi en azından bunun böyle olmasını istemektedir. Ne var ki geçmişe ait notlar yazıya dökülürken Sahtegi sürekli bu güne, günlüğü tuttuğu o ana döner. Hatta okur kimi zaman günlüğe not düşülen yaşantının ne zamana ait olduğunu karıştırır. Metnin sonlarına doğru ise tarih aralıkları giderek daralır. Bununla birlikte Sahtegi’nin geçmişe her dönüşünde duyduğu sıkıntısı artar, çoğu kez notları düzenlemekten yorulduğunu, sıkıldığını anlarız; ki günlüğün o sayfasının yazıldığı günü anlatan parantez içleri de metnin sonlarına doğru giderek uzar. Okur günlüğün yazarının farklı tarihlere dair düştüğü notlarda Sahtegi’nin çektiği sıkıntıların birbirlerinin benzerleri olduğunu fark eder. İçinde bulunduğu ruhsal durumun yıllar içinde değişmediğini, hatta giderek kötülediğini, yazarken Sahtegi de fark eder. Aradığı gerçeği, bir mutluluk anını bulamayınca zamanda gidip gelmeler, tarihlerdeki değişiklikler de sıklaşır. Bir yandan günlük tutmakta ısrar etmesi, öbür yandan anlattığının hep aynı can sıkıcı anılar olması, zaman zaman hem okura hem Sahtegi’ye gerçeğin ele gelmez olduğunu düşündürür. Burada Bener’in karakterine verdiği adın ironikliği de okurun dikkat çeker. Gerçek olamamaya, gerçeği bulamamaya mahkum Sahtegi, onun peşinde koşarken, ölüm gerçeğine de karşı koymakta inat eden bir “Muannit”tir.
Bener’in okurda bıraktığı, bırakmak istediği gerçek etkisi de Sahtegi’nin günlüğü ile daha doğrusu günlük tutma olgusu ile pekişmektedir. Okur daha metnin başında bir günlükler dizisi okumak üzere olduğunu anlar. Böylece okuyacaklarının gerçekler, Sahtegi’nin ya da Bener’in gerçekleri, yaşantıları olduğu izlenimine kapılır. Okur metni okudukça da Sahtegi’nin yaşantılarının, kendi yaşantılarına, yani içinde bulunduğu gerçeklik alanına uygun olduğunu fark eder ve öyleyse metindeki bu gerçeklik alanının Bener’inki ile de örtüşeceğini, aynı olacağını düşünür. Hâlbuki okurda oluşan bu izlenimin temel nedeni metindeki günlük ayrıntının tarihe uygunluğu değil, Bener’in ya da Sahtegi’nin bu ayrıntıları yazıya aktarma, okura iletme biçimidir. Örneğin metnin bir yerinde dönemin Ecevit hükümetinin, Cumhurbaşkanı Korutürk’e istifasını sunduğunu okuruz. Bu tarihi gerçeği kurgu yapıtının içinde, onun bir parçası olarak okumak okura Sahtegi’nin belirli ölçülerde Bener olduğunu düşündürebilir. Ancak bu tarihi gerçekten haberi olmayan bir okurda da benzer bir izlenim oluşacağını varsayabiliriz. Bu izlenimin nedeni tarihi gerçeğin metne doğrudan alınması kadar Bener’in bunu yaparken yarattığı atmosferin de okura çok tanıdık gelmesi, kendini hiç zorlanmadan bu kurgu alanın bir parçası olarak düşünebilmesidir. Televizyon çok olağan bir biçimde açılır, haberler izlenir, Sahtegi oturur, günlüğüne bu haberleri aktarır, vs. Kısacası roman, sırf yaşamın içyüzünü ortaya koyduğu için gerçekçi değildir. Roman yalnızca belli bir yazınsal bakış açısının işine gelen yaşantıları değil, her türlü insan yaşantısını betimler: romanın gerçekliği, sunduğu yaşam tarzından değil, onu sunuş tarzından kaynaklanır.1 Zaten bir metnin, yazarı için başlangıcı, metnin ilk tümcesi olmadığı gibi, okur da metni okumaya, daha doğrusu anlamlandırmaya kapağını açarak başlamaz. Jauss’un deyimiyle “bir yapıtın okurları tarafından alımlanışı, daha önce okunmuş başka yapıtlara dayandırılan estetik bir değer yargısı içerir.”2 Bu değer yargısı yalnız bu başka yapıtlarla değil, okurun içinde bulunduğu toplumsal ve ruhsal durumlarla da biçimlenir. Bu açıdan okur Sahtegi’yi kendi toplumsal ve ruhsal durumu ile yakından ilişkisi ile, dolayısıyla Bener’i de Sahtegi’nin yazarı olması nedeniyle çok tanıdık, çok gerçek bulur. Okur, işkembecide karşısına oturduğu adamın yüzünden, kılığından kaç liralık yemek yiyeceğini düşünen ya da bindiği otobüsteki kalabalıktan, kargaşadan sıkılıp birkaç durak önce inen Sahtegi ile kendi arasında doğrudan bir bağlantı kurar. Bu bağlantı okuru da metne dahil ederek onu da Sahtegi’nin gerçeğinin, daha doğrusu Bener’in yarattığı, deyim yerindeyse ikinci hatta üçüncü dereceden bir gerçeklik alanının parçası haline getirir.
Sahtegi’de dikkat çekici noktalardan biri de olayların günlüğe büyük bir titizlikle aktarılmaya çalışılmasıdır. Hatta Sahtegi yer yer yazması gereken geçmişi hatırlamakta zorlanır, günleri, bu günleri ait notları düzenlemekten cayıp yeniden o güne, o günü anlatmaya döner. Günlükte anlatılan olaylar çoğu kez doğrudan, oldukları gibi, bütün ayrıntıları ile anlatılırlar. Bener’in diğer yapıtlarında da görülen bu üslup Muannit Sahtegi’de Sahtegi’nin günlük tutma amacı ile birleşir. Başta birbiriyle ve bağlamla ilgisiz gibi duran birçok ayrıntı metinde bir araya, arka arkaya gelerek kurgudaki atmosferin gerçek “gibi” algılanmasına neden olur. Bu tercih ise Sahtegi’den çok Bener’in ne yapmak istediğini anlatır bize. Az önce de belirttiğimiz gibi gerek Bener gerekse Sahtegi yazarak gerçeği ve geçmişi aşmaya, etkisiz kılmaya uğraşırlar. Bunun için de onu olduğu gibi yazıya geçirmeye, hapsetmeye çalışırlar. Belki de bu yüzden metindeki kimi olaylar, ayrıntılar, okura ilginçlikten uzak, sıradan gözükür. Oysa gerçekte, yaşantımızda da hiç ilginç bir şey olmaz; ilginç olan kurgudur; çoğu zaman, “böyle şeyler ancak romanlarda, filmlerde olur” deriz. Bir araya gelmeleri ancak bir sanat yapıtında mümkündür. Yaşananlar ise yaşandıkları, yani (demek ki) yaşanabilir oldukları için ilginç değildirler. Oysa kurguda tesadüfe yer yoktur. Dolayısıyla yine Barthes’ın deyimiyle sanat yapıtında boş bir gösterge olamaz. Metnin içinde sadece anılan bir gösterge ne anlamlı ne de anlamsızdır, anlam onun bir bağlam içinde olmasına bağlıdır. Sahtegi’de ise çoğunluk ilginç olamayacak kadar sıradan, gerçek şeyler okuruz. Sıradan okurun bir kurgudan beklediği gibi olaylar birbirlerine doğrudan bağlanmazlar ya da metinde kendilerine has bir anlamları, işlevleri olmayabilir. Kısacası Bener’in metninde ya da burada Sahtegi’nin evinde duvara asılmış bir tüfek, duvara asılmış bir tüfek olarak kalabilir ve sahnenin sonunda patlamayabilir. Belki Bener ve kendisinin de bir yazar olduğunu bildiğimiz Sahtegi’nin asıl yazınsal başarıları da buradadır.
Okuru böylesine fotografik bir atmosferin içine sokmakla Bener, Sahtegi’nin yazmaktaki amacının bir anlam yaratmak değil, var olan anlama direnmek olduğunu söyler bize. Fotoğrafın yeni bir gerçeklik yaratarak asıl olanı hapsetmesi, zamansız bırakması gibi, yazmak da yalnız Sahtegi’yi ve Bener’i değil, gerçeği de yok olmaktan kurtarır. Gerçekliğin varacağı son nokta yok olmak, yani ölümdür. Sahtegi’nin yazarak ölümü ertelediği söylenebilir. Yazmak, anı yazıya geçirmek gerçeği saklayıp korur. Sahtegi’yi yazmakla ve Sahtegi’ye kendi gerçeğini saklatmakla Bener de böylece kendi amacına ulaşmış, metnin son sayfasında Sahtegi’nin “ölüm nasıl beklenir” diye sorduğu yerde zamanının dışına çıkmayı başarmış, ölümsüzleşmiştir.
dultepe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder