29 Temmuz 2011 Cuma

TUFAN AKSOY İLE YILLAR SONRA - YENİGÜN GAZETESİ İZMİR


Hayatla nasıl dalga geçilir!

28 Temmuz 2011 Perşembe

Yıllar öncenin İstanbul’da kadın iç giyiminde popüler bir patron olan Cüneyt Ayral borçlar yüzünden Fransa’ya gidince Marsilya’da pazar tezgâhında “İkizlere takke” diye bağıra bağıra sutyen satmış.


Yıllar öncenin İstanbul’da kadın iç giyiminde popüler bir patron olan Cüneyt Ayral borçlar yüzünden Fransa’ya gidince Marsilya’da pazar tezgâhında “İkizlere takke” diye bağıra bağıra sutyen satmış. Hayatla nasıl dalga geçileceğini ondan iyi bilen yoktur… Bakın o nevi şahsına mahsus şair, yazar, gazeteci Cüneyt Ayral’ın becerilerine…
O, nevi şahsına mahsus biri…



Uzaydan mı gelmiş, bilinmeyen bir diyarda mı doğmuş, kriptondan mı gelmiş… Kimse bilmiyor bu soruların cevabını. Çünkü o öylesine farklı birisi ki yaşamı boyunca hayatla dalga geçmiş. Batmış, çıkmış ama hep yüzü gülmüş. Onu somurturken görememiştir kimse… Ne badireler atlatmış, ne maceralar yaşamış yine de yıkılmamış… Cüneyt Ayral demişler onun adına… Bilenler bilir, bilir ama hep şaşar, şu bizim Cüneyt ne mene bir adamdır ki hâlâ yaşama direniyor diye…

Kimseden korkmamış, her şeye göğüs germiş ama bir tek ölümden korkmuş… Ölümden korktuğu için de şair olmuş, yazar olmuş, kitaplar yazmış… Artık amacına ulaşmış fizik olarak ölsem de ben kitaplarımla, şiirlerimle yaşayacağım diyor… Eserleriyle yaşayacağına inanıyor…

O, nevi şahsına mahsus biri…

Cüneyt Ayral’ı İstanbul’da büyük bir işadamı olarak görebilirsiniz… Türkiye’de kadın çamaşırına “İç giyim” tabirini yerleştiren de odur… Dünyaca ünlü, kadınların gözdesi Warner ve Gabriel Venato marka kadın iç giyiminin Türkiye temsilcisi de odur… Ama kendi tabiriyle biz Türkler “ortaklık mefhumu”na alışık olmadığımız için ticarette batan da odur… İstanbul’da her yıl en prestijli mekânlarda iç giyim defileleri düzenleyen ve de yurtdışından getirdiği mankenlerle sunduğu çamaşırları sosyeteyi alt üst eden de odur… Büyük gazetelerin birinci sayfasından onun etkinlikleri yer alırdı… Zirvedeydi…

Cüneyt Ayral’ı Marsilya’da veya o civarlarda bir kasaba pazarında Fransızca “İkizler takke” diye Türk usulü bağıra çağıra sutyen satarken görenler de şaşırmamıştır. Çünkü o Cüneyt’tir yapar… Ekmeğini taştan çıkarır… Sutyenleri satar, donları, jartiyerleri satar ama akşam köşesine çekilip 10 yaşından beri yani 47 yıldır sürekli içtiği sigarasını yaktı mı işte o zamanlar başlar onun kendi dünyası…

O, nevi şahsına mahsus biri…

“Kız rakısı” dediği bir parmak rakı üstüne doldurduğu (bence pek yavan) bardağından içkisini yavaş yavaş içip kafasından ne kurgular yarattığını bana son yazdığı iki kitabını getirdiğinde gördüm… Bir “Gümüş Gölge” bir travestinin hayatını anlatıyordu… Deniz adlı genci babası terk etmişti, dayısının kısıtlamalarından kaçan Deniz’in de yolu Paris’e düşmüştü ve de orada Cüneyt Ayral’a rastlamıştı… Onun maceraları Cüneyt’in kaleminden işte o bol sigaralı, az rakılı gecelerde kitap olmuştu… Bir de “Mimiti” diye bir kitap yazmış, kurgu bilim türünde. Gezegenlerarası aşkı anlatıyor, “Düşünsel elementler”le ilgili sevenleri için keyifli ama ben oldum olası şu bilim kurguya ısınamadım o başka…

Cüneyt Ayral’ın bilim kurguya dalışı bildiğiniz gibi değil. O Sri Lanka’da en baba bilim kurgu yazarı ile tanıştıktan sonra başlamış… İngiliz Şövalyelik Nişanı’na sahip Sir Arthur Charles Clarke olayın mantalitesini ona anlatmış… Anlatmış… Çünkü Clarke meşhur yönetmen Stanley Kubrick ile çalışmış ve yazdığı “2001: A Space Odyssey” adlı filmi gerçekleştirmiş… Yani Cüneyt Ayral hayatla dalga geçerken böylesine tesadüflerle yaşamış…

O, nevi şahsına mahsus biri…

Yukarıda Sri Lanka diye bir ülke adı geçti… Evet, Cüneyt taaa oralara, Hindistan’ın güneybatısındaki bu esrarengiz adaya gidip orada da girişimciliğini göstermiş. Koskoca bir çamaşır fabrikası kurmuş… Türkiye’de nasıl bir numara olduysa Sri Lanka’da da bir numara olmuş. Adamın içinde var zirvelerde dolaşmak… Türkiye’de battığı günlerde Hürriyet’in “imparator” genel müdürü Nezih Demirkent yardım etmiş ona bankalardan, gerekli gereksiz ortaklık nedeniyle attığı imzalardan kurtulmak için Fransa ellerine göçmesine yardım etmiş. Son yıllarda da Denizlili iş adamı Ahmet Gökşin sıkıntılı günlerden kurtarmış Cüneyt’i. Bankalarla anlaşmış, imza sorumluluklarından kurtarmış, böylece Türkiye’ye dönüp hayatla dalga geçmeye devam etmiş.

“İç giyim” uzmanı Cüneyt Ayral kadınların çamaşırlarıyla uğraşırken yazarlıktan, çizerlikten ayrı durur mu hiç… Ayda bir yayınlanan “Kostantiniyye Haberleri” adında bir gazete de çıkarıyordu. Bunu bire bir biliyorum çünkü yayın kurulunda bende vardım. Bir gece toplanıp Gazeteyi hazırlardık sabaha kadar. Cüneyt’te ne arşiv vardı, ne arşiv… İstanbul’la ilgili belgeler, fotoğraflar, köşe yazıları yayınlardık… Sonradan kim kurcaladıysa kurcaladı “Kostantiniyye” ismi sakıncalı bulundu, mahkeme yasakladı… Neler oluyor memlekette dedik şaştık kaldık… Gazetenin ismini “Bizim Şehir” olarak değiştirip yine bildiğimizi okumaya devam ettik… Bilenler bilir halbuki Fatih’in çıkardığı paraların üzerinde “Darb-ı Kostantiniyye” yazar, yani “İstanbul’da basılmıştır”… her şeye rağmen Cüneyt’e birileri çelme takmıştır… Ama Cüneyt Ayral yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemesiyle yine hayatla dalga geçmiştir. Keyfi yerindedir…

O, nevi şahsına mahsus biri…

Kızı Roxane yani Roksan’la oğlu Sinan da Fransa’da yaşıyor… 26 yaşındaki Roxane küratörlük yapıyor, Türkçesi sergi düzenliyor. Sergi açacak olan sanatçılar kendileri bir türlü göremezler tablolarının, fotoğraflarının nasıl asılacağını, heykellerinin nasıl yerleştirileceğini bilemezler, heyecanlanırlar, işte bu işi küratörler yapıyor artık dünyada. İstanbul’da da bütün sergiler küratörlerin becerisinden geçiyor… 20 yaşındaki oğlu Sinan’da babasının modeli, kafasına göre takılıyormuş Paris’te bir yandan doğaçlama müzik yapıyor, bir yandan da senaryo yazıyormuş… Babasının Pazar tezgâhında sutyen sattığı günlerde onun en büyük yardımcısıymış.

17 kitap yayınlamış bir zamanların popüler patronu Cüneyt Ayral. Şimdi bir yemek kitabı üzerinde çalışıyor… Yemek deneyimini anlatıyormuş. Özel olarak müthiş fotoğraflar çekilmiş, 10 ünlü şeften yemek tarifleri alınmış. Onun keyifli yemek tecrübesini merakla okuyacağım günü bekliyorum… İzmir’e geldiğinde ise bir küçük restorana gitmek istedi. Beraber Hilton’un yanındaki sokakta “Acı Biber” restorana gittik. Zeytinyağlı dolma tercih etti. İzmir’e gelince öğle vakti ne yenir, tabi zeytinyağlı bir şeyler… Bayıldı o dolmanın lezzetine… Belki kitabında “Acı Biber”i de anlatır, belli olmaz… Cüneyt bu…

O, nevi şahsına mahsus biri…

Onunla konuşmak, sohbet, dostluk muhteşemdir… Bilgi deseniz, kültür deseniz, espri deseniz onda tonla var… İyi ki de yıllar önce “kardeş” olmuşuz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder