16 Şubat 2011 Çarşamba

FİLİM AYNI FİLİM.. FAŞİZM KOL GEZİYOR...




“Biz TV” de bir ara Sanat Söyleşileri yapıyordum, bu programlar sırasında ünlü gazeteci - yazar Hıfzı Topuz ile konuşurken, konu ister istemez hükümete gelmişti ve Topuz bana “bu filimi gördüm ben, sonuçlarından korkarım” demişti.
Daha sonraki günlerde, muhalefetten de buna benzer sözler söylenmiş ve gidişatın 1960 öncesi Menderes Hükümeti’nin gidişatıyla aynı olduğunun altı çizilmişti.
“İleri demokrasi” söylemini dilinden düşürmeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise bu söylemlere çok kızmış ve onların hükümetinin herşeyi AB normlarına uymak adına yapmakta olduğunu söylemişti...
AB normlarına yaklaşmaya çalışan, ama AB ile görüşmelerini bir türlü ilerletemeyen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın Feodal – Teokratik İran Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ile sarmaş dolaş fotograflarının yayınlandığı bugünlerde, başbakana sormamız gereken çok önemli bir soru var bence: ”AB de kaç gazeteci görüş ve düşüncelerinden, yazıp çizdiklerinden ötürü hapistedir?”
Başbakan bu sorunun cevabını “dürüstçe” verebildiği zaman inandırıcılığı artar, ama yine kıvırtırsa ve sürekli yaptığı gibi, yüksek sesle, laf salatası üretirse o zaman bu memlekette işlerin iyiye gitmediğinin altı çizilmiş olur.
Bugünü anlamak için yakın tarihe bakmakta yarar vardır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Birinci Dünya Savaşı’nın yenik ve ezilmiş Almanyası, ABD deki ekonomik çöküşün de etkisi ile iyice sıkıntıya girdiğinde, Nasyonal Sosyalist lider Adolf Hitler’in yükselişi engellenemişti. Aynı dönemde İtalya’da Musollini, İspanya’da Franko vardı.
Bugün küresel bir ekonomik kriz yaşanıyor, ABD, artık ne olup, ne olmadığı çok iyi bilinen Bush jr. iktidarından yeni kurtuldu, Almanya’nın başında Doğu Alman kökenli Merkel var, İtalya seks skandalları ile baş etmeye çalıştığı Berluskoni’nin yönetiminde, Fransa Nicolas Sarkozy’yi tartışıyor, biz de ise durum ap açık..
Bugün gazetelerde bir haber vardı: her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de tacizcilerin olduğunu belirten Prof. Orhan Çeker, sorunun kökenine inilmesi gerektiğini ifade ederek şunları söyledi: Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değildir.”
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olan bir profesörden bu açıklama gelince, 12 Eylül referandumu ile "kadınlara postif ayrımcılığı" kabul etmiş bir Türkiye’nin İlahiyat Fakültesi mezunu başbakanı, çıkıp “kadınları korumak” adına onların örtünmesinin doğru olduğunu söylerse ve kadınları iyice örtme görevini de evin erkeklerine verirse, şaşılacak birşey kalır mı ortada? Adam hükümetin başı ve Anayasanın amir hükümlerinden birisini uyguluyor demezler mi?
Türkiye, hiç de hakkı olmayan bir çirkinliği daha ne kadar yaşayacak? Hangi ileri demokrasiden söz ediliyor bu ülkede? Herkes telefonlarının dinlenip dinlenmediğini merak ediyor, kimse birşey konuşamıyor, toplum etnik ayrılıklar, dinsel görüşler ile bölünmüş, herkes birbirine düşman ilan edilmiş, gazeteciler, aydınlar hapisteler, mahkemeler bitmiyor, davalar uzadıkça uzuyor, hakkını arayan işçiler polisin saldırısıyla durduruluyor, sendikaların sesleri kısılmış, herkes kendi derdine düşmüş, gençler işsiz, derin devletin öldürdüğü aydınların ölülerine bile sahip çıkılamıyor.,  bunlar yetmiyormuş gibi, şimdi bir de başbakana istyediği zaman bir yayın kuruluşunu kapatma yetkisini veren yasa meclisten çıkıveriyor. Türkiye bir rezaleti yaşıyor !
Gazeteci arkadaşım Zeynep Göğüş, Facebook sayfasında Alman yazar B. Brecht’in bir sözünü paylaşmış: “Naziler geldiler. Önce komşularımı götürdüler, sonra yazarları, ses çıkarmadım. 
Sonra komünistleri götürdüler, ses çıkarmadım. 
Tekrar geldiklerinde sosyalistleri tutukladılar, götürdüler. Yine ses çıkarmadım. 
Beni almaya geldiklerinde, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”  Diyecek başka söz var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder