Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu,
özgürlüklerin yaygın olduğu,
katılımcı demokrasi artık demode olmuş...
Türkiye’de, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dur durak bilmeden “demokrasiden” söz ediyor. Ama, telefonlar dinleniyor, haksız yere tutukluluk sürelerinin sonu gelmiyor, gazeteciler “muhalif” oldukları için yerlerinden ediliyor, iş dünyası sabah kapılarına dayanacak olan “kontrollerden” korkuyor. Muhalefet partilerinin konuşmaları, önerileri, istek ve dilekleri her zaman “olumsuz” bulunup eleştiriliyor. Anayasa Mahkemesi dahil, tüm yargı sistemi üzerinde bir siyasi egemenlik kurulmaya çalışılıyor, mecliste, seçilmiş milletvekillerinin çalışmaları bile engellenebiliniyor, meclis başkanı başbakanı “pehlivan” ilan edebiliyor. Yani başlıbaşına bir baskı ve sindirme politikası planlı bir biçimde ülkeye yerleştiriliyor...
Önümüzdeki Haziran ayında Türkiye genel seçimlere gidecek. Araştırma şirketleri, AKP’nin %50 lere varan bir çoğunlukla seçimi alabileceğini söylüyorlar. Bundan güç alan başbakan da Türkiye demokrasisinin iki partili bir demokrasi olmasını istediğini rahatça söyleyebiliyor ve seçimlerdeki %10 barajının düşürülmesini kabul etmediğinin de altını çiziyor. “Ben böyle istiyorum !” diyebiliyor ve bunun adına da hiç yüzü kızarmadan “demokrasi” diyebiliyor.
Şimdi benim merak ettiğim AKP’ye %50 ye varan oyları verecek olan insanların neyi nasıl düşündükleridir. Bu insanların büyücek bir kısmına “kapanmak” önerilmiş ve hepsi türban ile “kapanmışlar”, bunun ciddi bir anlamı var, erkek erkil toplumsal yapının baskısını simgeliyor kadının kapanması ve elbette kapanmakla kalmayıp, “erkeğinin” buyruklarını dinlemeye de zorlanacak bu kadınlar; yeni Anayasa’da kadınlar için pozitif ayrımcılık yer alıyor. Yani erkekler, “kadınlarını” korumak adına pozitif ayrımcılık yapabilecekler ve onları belli amaçlarla, “onların iyiliği için” eve kapatabilecekler ve her türlü yok sayılmaya başlayan kadınlar, Anayasa Mahkemesi’nde kişisel başvuru haklarını kullandıkları zaman, karşılarına Anayasa’nın “amir hükmü” çıkacak, “senin için, seni korumak adına pozitif ayrımcılık uygulanmış, sokağa mı düşmek istiyordun be kadın, kapan ve evinde otur!” denilebilinecek..
Bir de meseleye, 18 yaş ve üstü, işsiz güçsüz genç nüfusun açısından bakalım.
Ekonomi çok iyi gidiyor, enflasyon düşüyor, sanayiici bağırınca birazcık oynanıyor enflasyon ile ve ihracat arttırılıyor vs vs, ama zenginleşen Türkiye’de, bu zenginlik bir türlü adaletli biçimde paylaşılamıyor. Bugün 15.500,- Amerikan Doları olduğu söylenen kişi başına düşen milli gelirden, kim ne kadar pay alıyor? Emeklinin maaşı 700 – 800 TL ise bu gelirin adaletli dağıtımından söz edilebilinir mi? Ama bu gençler gidip AKP’ye oy veriyorlar, çünkü çalışmadan da geçinebilmenin yollarını AKP öğretiyor onlara, yani evlerine buzdolabı falan gönderiliyor, PKK ile savaşın bitmemesi için elden gelen yapılıyor ve herkes “vatan – millet – sakarya” edebiyatı ile rahatça uyutulabiliniyor. Bir “one minute” ile yıllaca kahraman olabiliyor başbakan...
Bu bizdeki durum.. Ya dışarda neler oluyor ?
Kuzey Afrika’nın beklenmedik biçimde (en azından bizim gibi sade vatandaşlar için beklenmedik) karışması, Tunus gençliğinin ayaklanması, ardından Mısır’ın karışması ve Yemen’de olup bitmeye başlayan halk hareketleri, Cezayir’de beklemede olan halk isyanı...
Basına yansıyan haberlere baktığımızda, Tunus’lu muhalif lider Raşid Gannuşi (69) aradan 22 yıl geçtikten sonra, sürgünde olduğu İngiltere’den geri dönüyor ve büyük halk kitlelerinin sevgi gösterileri ile karşılanıyor.
Zeynelabidin Bin Ali’nin yolsuzluklarından ve baskı rejiminden usanmış ve özgürlük isteyen Tunus halkı, sürgünden dönen liderinden ilk kez “daha demokrat bir Tunus” sözünü duyuyor, ama Gannuşi konuşmasının devamında Türkiye’deki ılımlı İslami demokrasiyi kendisine örnek aldığını söylüyor ve Tunus’a, AKP nin düşüncelerini getireceğini anlatıyor, Türkiye’yi övüyor...
Mısır’a baktığımız zaman da “Müslüman Kardeşler” hareketinin sokağı içten içe yönetmekte olduğunu görüyoruz ve halk hareketinin başarısına çok az gün kaldığını görüyoruz.
Hüsnü Mübarek’in bavullarını toplarken yazmakta olduğum bu yazı, Mısır’da da demokrasinin benim anladığım “özgürlükçü demokrasi” olmayacağını gösteriyor..
Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden organize edildiği yoğun biçimde inandırılmaya çalışılan bu “halk hareketlerinin” kim tarafından ve nasıl planlandığını bir süre sonra hepimiz göreceğiz ve anlayabileceğiz, çünkü Mısır’ın 80 milyonu aşan nüfusuna göre çok daha düşük nüfusulu olan Tunus’ta başlayan “demokratik halk hareketi”, orada başarıya ulaşır ulaşmaz, Mısır’a da sıçradı.. İlginç !.. Çünklü iki ülkede de demokrasi adına istenenler örtüşüyor, üstelik uzun yıllardır “model” olduğu dile getirilen ve Orta Doğu için, İslam Dünyası için en iyisi olduğunun altı kalın çizgilerle çizilen AKP anlayışı, “halk hareketinin” başladığı ülkelerde kabul görmeye başlıyor...
Bugün ABD’de demokrasinin derinlemesine olduğunu, özgürlüklerin sınırsız olduğunu savunabilir misiniz? Ya da Fransa’da ? Yani gerçek demokrasinin doğup yeşerdiği bu ülkede, Sarkozy yönetiminin baskıcı rejimini görmezden gelmek olası mıdır? Almanya’da Merkel yönetimi ülkesini nasıl yönetiyor? Berlusconi nasıl bir lider?
Bütün bu olup bitenleri alt alta koyup, Özal’ın bize armağan ettiği “bireyselleşme” düşüncesi ile çarpıp, kürselleşen dünyaya bölünce = DEMOKRASİ ARTIK BAŞKA BİRŞEY yani bizim anladığımız, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, özgürlüklerin yaygın olduğu, katılımcı demokrasi artık demode olmuş...
Cüneyt Ayral
www.ekonomigundemi.com
30 Ocak 2011, Grenoble
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder