10 Ekim 2010 Pazar

ZOR GELİYOR

http://www.ekonomigundemi.com/haberdetay.asp?ID=2368


“HAYIR” yazısının ardından hiçbirşey yazmayıp, beklemeyi yeğledim.

Bekledim ve artık bu konuda birşey yazmamam gerektiğine karar verdim.

Şimdi yeniden yurt dışına çıkıp, Türkiye’ye uzaktan bakmanın zamanıdır diye düşündüm. Öyle yapacağım...

Gazeteleri internetten izlemenin en önde gelen sıkınıtsı ölüm ilanlarını izleyememektir.

İşte  bu yüzden 65 yaşında kaybettiğimiz usta gazeteci ve çevirmen Turhan Ilgaz’ın ölüm haberini geç duydum.. Gazetelere bakmadığım iki gün içinde ölüp gitmiş Turan ağabey.

Haber Türk gazetesi yayına başladığı günlerde, orada çalışmya başlamış ve gazetede görüşmüştük. Kanserdi, ayrılmış olduğu eşinin ona nasıl iyi baktığını ve şimdi çalışacak kadar iyi olduğunu söylemişti. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra, başka bir nedenle telefon ettiğimde, gazeteden ayrıldığını ve yine Güney’e çekildiğini, İstanbul’un onu hırpaladığını söylemişti.

Turhan Ilgaz, 70’li yılların Ankara Cumhuriyet Gazetesi bürosunda çalışırken, benim ilk haberlerimi Milliyet Ankara bürosunda rahmetli Orhan Duru yayımlıyordu. Turan ağabey ise ona götürdüğüm yazılarımı okuyucu mektuplarına koyduruyordu. Her karşılaştığımızda da, yazmış olduklarımdaki yanlışları söylüyor, beni gazeteciliğe eğitiyordu.

O günlerde yazmakta olduğum Türkiye – Japonya üzerine karşılaştırmalı bir ekonomi dizisi için bana verdiği kitabını hiçbir zaman geri vermedim ve daha yenilerde onunla konuurken, özel tarihimde ilk kitabını çaldığım insan olduğunu söylemiş, helâl ettirmiştim.

Rahmetli annesi, annemin çocukluk arkadaşıydı, nnem ölüm haberini duyduğunda “ben onun doğduğu günü anımsıyorum” dşyerek erken ölümün altını kalın çizgilerle çizdi.

Turan Ilgaz’ın ölümü, bir insanın kaybı değildir. Türkiye’de yetişmiş az sayıdaki “gerçek gazeteci”lerden birisinin kaybıdır...

Daha bu ölüm haberinin yasını tutamadan, bir İstanbul Beyefendisinin ölüm haberini aldım.

Yasef Yoaf Türkiye’de bundan yıllar öncesinde teknisyen olarak hemen hemen tüm Anadolu’yu dolaşmış olan bir musevi vatandaşımızdır.

Benim özel tarihimde, yaşamla mücadelemi kolaylaştırmış, bana arka çıkmış, maddi ve manevi olarak en zor günlerimde yanımda olmuş bir dost olmanın yanısıra, Yasef Yoaf artık sonu gelmiş olan gerçek İstanbul beyefendilerinden birisiydi.

Yasef, iyi yemek yemeyi bilir, klâsik müziği iyi anlar, çeşitli kolleksiyonlar yapar ve sürekli olarak belli konularda bildiklerini anlatarak çevresine ışık saçardı.

Zaman zaman Güney Fransa’daki evine gider, bilgi birkiminden oradaki dostlarını yararlandırır, ardından İstanbul’a gelip kendi içine dönük sesiz sedasız yaşamını sürdürürdü.

Yasef Yoaf ile Harbiye’deki Borsa lokantasında buluşurduk. Her yemeğin ardından “tatlı yemeyecek misin?” diye şaşırır ve kendi tatlısını söylerdi.

İstanbul, bir İstanbul’luyu yitirdi. Bir bilgi birikimi daha toprak oldu.

O, Anadolu’da genç bir musevi olarak, yıllar önce yaşamış olduklarını israrlarımı dinleyip kaleme alabilmiş olsaydı eğer, bugün içine düştüğümüz etnik ayrımcılık, dinsel bölünmeler vb saçma sapan konuların ne kadar yersiz olduğunu ilk ağızdan öğrenebilecektik, oysa o bugün gelinen noktayı ve insanların okumaktan ve kültürden uzaklaşmışlığını öne sürerek, topluma olan kırgınlığını anlatmış ve yazmasının bir yarar getirmeyeceğine karar vermişti.

Yasef Yoaf’ın kimliğini 2004 yılında yayımlamış olduğum ve kendisinin de okumuş olduğu YOLCULUK kitabında ölümsüzleştirmiş olduğum için seviniyorum en azından.

Ölümlerin ardından yazmak zor geliyor ama tarihe not düşmediğimiz zaman da toplumsal belleğimiz gitgide zayıflıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder